top of page

BEN KİMİ SEVİYORUM?

  • Yazarın fotoğrafı: Nihansu Serter
    Nihansu Serter
  • 26 Kas
  • 3 dakikada okunur
ree


Ben kimi seviyorum?


Bu soru yalnızca bir duyguyu değil, tüm ruhsal aygıtın çok katmanlı bir örgüsünü harekete geçiriyor.

Sanki bir tünelden geçer gibi içimden geçiyorum— en önde Freud’un kadim karanlığı, arkasından Klein’ın keskin nesne bölmeleri, Winnicott’ın kırılgan sahte-benlikleri, Jung’un gölgesi ve arketipleri, Fairbairn’in içselleştirilmiş kötü nesneleri ve ilişkisel psikanalizin iki kişi arasında titreşen üçüncü alanı birbirine karışarak yürümeye başlıyor.

 

 

 

FREUD – Dürtülerin Karanlık Sahnesi

 

Sevdiğimi sandığım kişi… belki de sadece bilinçdışımın bir temsilini taşıyor.

Libidonun erken dönem bağlanmaları, ilk bakım verene yönelen kırılgan yatırım, o yarım kalan sevgi–ihtiyaç çığlıkları onun yüzüne taşınıyor.

 

Ben onu görmüyorum:

Ben içimde kaldığı yerden bitirilememiş bir sahneyi tekrar tekrar sahnelemeye çalışıyorum.

“Yineleme zorlantısı”nın ritmiyle.

 

 

 

JUNG – Gölgenin ve Arketipin Yüzleşmesi

 

Ve sonra gölge çıkıyor ortaya.

Kendi reddettiğim parçalarım onun mimiklerine, nefesine, varlığına siniyor.

Belki de onu değil, içimde uzun zamandır bekleyen, arketipik bir özlemi seviyorum:

 

Kayıp baba, ulaşılmayan anne, yarım kalmış kahraman ya da içimdeki animus’un yankısı…

 

Belki de aşk, kişiden kişiye değil, arketipten tene taşan bir yanılsama.

 

 

 

KLEIN – Bölme, İdealizasyon ve Kötü Nesne

 

Onu bembeyaz bir iyilik imgesiyle sevdiğim anlarda, çocukluğumun “tam iyi nesne” fantezisini onun yüzüne yapıştırıyorum.

Klein’ın dediği gibi, bir çocuğun annenin iyi memesine sarılması gibi…

Ben onun iyi yanlarını büyütüyor, kötü yanlarını inkâr ediyor, gerçek kişiliğini ikiye bölüp içimdeki çatışmaya ekliyorum.

 

Ne zaman gerçeklik belirse— nesneyi bütün hâliyle tutma kapasitem çatırdıyor.

 

 

 

FAIRBAIRN – Kötü Nesnenin İçselleştirilmiş Hapishanesi

 

Belki de sevdiğim, o değil…

Ona benzeyen bir iç nesne.

Fairbairn’in dediği gibi:

Erken dönemde bizi acıtan, eksilten, hayal kırıklığına uğratan o “kötü nesne” içimde canlı kalıyor ve yetişkinlikte yeni bedenlerde yeniden ortaya çıkıyor.

 

Ben onu değil, o kötü nesnenin bana tanıdık gelen izini seviyorum.

 

 

 

WINNICOTT – Sahte Benlik, Gerçek Benlik ve Ayna İlişkisi

 

Belki de ona sunduğum sevgi; gerçek benliğimden değil, uyumlanmak zorunda kaldığım sahte benlikten geliyor.

Onun da bana sunduğu şey; kendi gerçekliği değil, benim ihtiyaçlarıma uyarlanmış bir “yansıtılmış benlik.”

 

Aşk bazen iki gerçek benlik arasında olmaz; iki sahte benlik arasında kurulan bir “ayna yanılsaması”dır.

 

 

 

AKTARIM & KARŞIAKTARIM – İki Bilinçdışının Dansı

 

Onu sevmiyorum belki— ona aktarıyorum.

Geçmişimi, yaralarımı, beklentilerimi, yarım kalmış arzularımı…

 

O da bana karşıaktarıyor: kendi korkularını, kendi çocukluk izlerini, kendi savunmalarını.

 

Bu yüzden ilişki, iki insanın değil, iki bilinçdışının karşılıklı olarak birbirini çağırdığı, provoke ettiği, yeniden yarattığı gerilimli bir sahne oluyor.

 

 

 

İLİŞKİSEL PSİKANALİZ – Aradaki “Üçüncü”

 

Belki de aşk, ben ve o arasında değil.

Ben–o arasındaki görünmez alanda.

Foulkes’un “ortak zemin”i, Ogden’in “üçüncü alanı”, Stolorow’un “duygulanımsal örgü alanı”…

İlişkiyi kuran şey, biz değiliz; bizim aramızda doğan o üçüncü varlık.

 

Ve o üçüncü varlık ne zaman çocukluğumun gölgeleriyle yorulsa, ilişki kırılıyor.

 

 

 

VAROLUŞSAL–KLİNİK DÜŞÜŞ

 

Sonra bir an geliyor…

Onun özerkliği beliriyor.

Benim projeksiyonlarım geri çekilmek zorunda kalıyor.

Sahte benlik yoruluyor.

Gölge kendini açığa vuruyor.

Aktarım bozuluyor.

İç nesne dış gerçeklik tarafından reddediliyor.

 

Ve ben yalnızca şunu sorabiliyorum:

 

“Ben kimi seviyordum?”

 

Gerçek kişiyi mi?

İçimde hâlâ onarılmamış nesneyi mi?

Gölgeyi mi?

Dürtü izlerini mi?

Arketipi mi?

Sahte benliğin kurduğu aynayı mı?

Yoksa çocukluğumdan kalma bir boşluğu doldurma çabasını mı?

 

Ve belki de cevabın en dürüst hâli şudur:

 

Aşk, içsel nesne çözüldüğünde başlar.

Projeksiyon düştüğünde.

Gölge kendi yerine çekildiğinde.

Gerçek benlik sahte benlikten ayrıldığında.

Ve karşımda duran insan, ilk kez benim ihtiyaçlarımdan özgürleşmiş bir özne olarak kendini gösterdiğinde.

 

Belki de sahici sevgi, ancak o anda —hayaletin olmadığı yerde— gerçekten başlar.

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page